14 Mayıs 2010 Cuma

Stratejik Lider Örneği: Gazi Mustafa Kemal Atatürk


Bu bölümde, dünyanın ilk antiemperyalist kurtuluş savaşını, imkânsızlıkların içinde başarıyla veren Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşamından örneklerle stratejik bir liderin kişisel stratejik plan sahibi olması gerektiği ortaya konulacaktır.

Atatürk’ün kaleme alarak 1927 yılında Mecliste okuduğu Nutuk, bir stratejik plânının, uygulamasından sonra kamuoyuna açıklanması olarak değerlendirilebilir.

Nutuk’un ilk bölümü “Samsun’a Çıktığım Gün Genel Durum ve Görünüş” başlıklıdır. Bölümün ilk cümlesi şöyledir: “1919 yılı Mayısının 19'uncu günü Samsun'a çıktım. Vaziyet ve manzara-i umumiye şöyledir:” Bu cümleyi takiben bir durum analizi gelir. Bu stratejik planın ilk adımı olan durum analizinden başka bir şey değildir. Bu bölümü takiben bölümlerde durum analizi geliştirilir. İç düşmanlar, dış düşmanlar, ordunun durumu, kendi durumu, düşünülen çözüm yolları, misyon, vizyon, temel ilke ve değerler, amaç ve hedefleri ile stratejisi ortaya konulur.

Nutuk bir bütün olarak okunduğunda, başarıyla sonuçlanmış bir stratejik planla karşı karşıya bulunduğumuz anlaşılır. Öte yandan Atatürk’ün yaşamında stratejik planla ilgili ilgi çekici örneklere de rastlanır. Bunlardan önemli bir tanesi Mazhar Müfit Kansu’nun anlattığı bir anekdottur (Baykal, 1999: 191):

“Erzurum Kongresi sıralarında özel konuşmalarında:
Süreyya Yiğit’in:
— Başarıya ulaştıktan sonra dahi iş bitmiyor Paşam, memleketin sonu gelmez çalışmaya ve devrimlere ihtiyacı var.
Biçimindeki düşüncesi ile konu, memleketin sosyal bünyesine aktarıldı. Paşa vatanın kurtulmasından sonra Cumhuriyet ilanının şart olduğu hakkındaki düşünce ve inancını bir kere daha belirttikten sonra:
-"Mazhar not defterin yanında mı?" diye sordu.
-"Hayır, Paşam…" dedim.
-"Zahmet olacak ama. Bir merdiven inip çıkacaksın. Al gel." dedi.
Nerede ise sabah olacaktı. Fakat onun yanında iken dünya, gecesi gündüzü olmayan bir âlemden ibaretti.Bundan dolayı, uyku ihtiyacı da yoktu. Hemen aşağıya indim. Not defterini alıp geldim.
O, hatıra defterime ve günü gününe her olayı not edişime hem memnun olur, hem de şaka yapmaktan kendisini alıkoyamazdı.
-"Belleğimiz zayıfladığı zaman Mazhar Müfit’in defteri çok işimize yarayacak…" derdi.
Defteri getirdiğimi görünce, sigarasını birkaç nefes üst üste çektikten sonra:
-“Ama bu defterin bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben, bir Süreyya, birde sen bileceksin. Şartım bu…” dedi.
Süreyya’da, ben de:
-"Buna emin olabilirsiniz Paşam." dedim.
Paşa, bundan sonra;
-"Öyleyse, önce tarih koy!" dedi.
Koydum: 7–8 Temmuz 1919. Sabaha karşı.
Tarihi sayfanın üzerine yazdığımı görünce.
-"Pekala… Yaz!" diyerek devam etti.
-"Zaferden sonra Hükümet biçimi Cumhuriyet. Bunu size daha önce de bir sorunuz üzerine söylemiştim. Bu bir.
İki: Padişah ve Hanedan hakkında zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır.
Üç: Örtünmek kalkacaktır.
Dört: Fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir."
Bu anda gayri ihtiyari kalem elimden düştü. Yüzüne baktım. O da benim yüzüme baktı. Bu gözlerin bir takılışta birbirine çok şey anlatan konuşuşuydu.
Paşa ile zaman zaman senli benli konuşmaktan çekinmezdim.
-"Neden durakladın?"
-"Darılma ama Paşam, sizin de hayal peşinde koşan taraflarınız var." dedim, gülerek:
-"Bunu zaman gösterir. Sen yaz…" dedi. Yazmaya devam ettim:
-"Beş: Latin harfleri kabul edilecek."
-"Paşam yeter... Yeter…" dedim ve biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insan davranışı ile:
-"Cumhuriyet ilanını başarmış olalım da üst tarafı yeter!" diyerek, defterimi kapadım ve koltuğumun altına sıkıştırdım. İnanmayan bir adam davranışı ile:
-"Paşam sabah oldu. Siz oturmaya devam edeceksiniz hoşça kalın…" diyerek yanından ayrıldım.
Gerçekten gün ağarmıştı. Süreyya (Yiğit) da benimle beraber odadan çıktı. Fakat burada ve bu anda olayların beni nasıl yalanladığını ve Mustafa Kemal’i doğruladığını, daha doğrusu Mustafa Kemal’in beni nasıl bir cümle ile susturduğunu ve utandırdığını açıklamalıyım.
Çankaya’da akşam yemeklerinde birkaç defa:
-"Bu Mazhar Müfit yok mu, kendisine Erzurum’da örtünme kalkacak, şapka giyilecek, Latin harfleri kabul edilecek dediğim ve bunları not etmesini söylediğim zaman defterini koltuğunun altına almış ve bana hayal peşinde koştuğumu söylemişti."
Demekle kalmadı, bir gün önemli bir ders de verdi. Şapka devrimini açıklamış olarak Kastamonu’dan dönüyordu. Ankara’ya döndüğü anda otomobille eski Meclis binası önünden geçiyor, ben de kapı önünde bulunuyordum. Manzarayı görünce gözlerime inanamadım. Kendisinin ve yanında oturan Diyanet İşleri Başkanı’nın başında birer şapka vardı. Kendisi neyse ne? Fakat kendisini karşılamaya gelenler arasında bulunan Diyanet İşleri Başkanına da şapkayı giydirmişti. Ben hayretle bu manzarayı seyrederken, otomobili durdurttu. Beni yanına çağırdı ve birden:
-"Azizim Mazhar Müfit Bey, kaçınca maddedeyiz? Notlarına bakıyor musun?" dedi.”

Stratejik bir lider olduğunu, eseriyle ispatlayan Atatürk’ün bu olayda ortaya koyduğu stratejik bakış, stratejik plana sahip olmanın yansımasından başka bir şey değildir.

Atatürk, plan ve programa bakışını da şu anekdot iyi bir biçimde ortaya koymaktadır(Baykal,1999: 194):

‘‘Atatürk'e, Napolyon'a yöneltilen ‘Programınız nedir' sorusuna ‘Ben yürürüm. Programım kendiliğinden çıkar' dediğinin hatırlatılması üzerine, ‘Ama o türlü giden, sonunda başını Saint-Helen kayalıklarına çarpar' cevabını vermiştir.’’
Atatürk’ün 1930’da öğrencilere yaptığı bir hitabeden alınan şu cümleler kusursuz bir “vizyon” tanımı değil midir (Karal,1981: 178): “Yolunda yürüyen bir yolcunun yalnız ufku görmesi kafi değildir. Muhakkak ufkun ötesini de görmesi ve bilmesi lâzımdır.”

Değerlendirme ile ilgili şu cümlelerinde Atatürk, stratejik planın uygulanmasının değerlendirilmesinde günlük bir usul belirlediğini belirtmektedir (Karal,1981: 176):
“Her gün, sabah, akşam, gece ne zaman sırasına getirebilirseniz; bir çeyrek yarım saat, ne kadar vakit ayırabilirseniz kendi içinize çekilin, o gün yaptığınız işi göz önünden ve düşüncelerinizin tartısından bir defa geçirin ne ettiğinizi ne işlediğinizi her gün bir defa kendi kendinize yoklayın. Şuurunuzdan alacağınız cevapların ne kadar faydalı olacağını tasavvur edemezsiniz.”

Bir başka anekdot, sene 1907 Mustafa Kemal 26 yaşında genç bir subay, Selanik'te yine bir akşam o zaman Sağlık Müfettişi olan eski Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras, Nuri Conker, Salih Bozok beylerle birlikte Olimpiyos birahanesinde oturmuşlar, konu devletin dış siyaseti. Mustafa Kemal Bey birtakım acı eleştiriler yaptıktan sonra işi şakaya dökmüş ve Tevfik Rüştü Bey'i göstererek: —“Bu yanlış siyaseti bir gün doktor aracılığı ile düzelttireceğim.” deyince, yakın ve teklifsiz arkadaşı olan Nuri Conker: — “Ne? Ne... Sen mi düzelttireceksin?” diye küçümseme ile sormuş. Bunun üzerine Nuri (Conker) Bey'le aralarında şöyle bir konuşma geçmiş: - "Evet, ben doktoru Dışişleri Bakanı yapacağım. Bütün yanlışlıkları ona düzelttireceğim." Nuri Bey şaka ile sormuş: — “Demek sen doktoru Dışişleri Bakanı yapacaksın. O halde ya beni?" —Seni de vali ve komutan yaparım!" Bu konuşmaya, hazır bulunan Salih Bozok da karışıyor: —"Herhâlde bu arada beni de bir şey yaparsınız?" Mustafa Kemal Bey Salih'in bu sorusuna, biraz düşündükten sonra: —“Salih, seni yaver yapacağım ve yanımdan ayırmayacağım." Cevabını verince Nuri Bey yine dayanamamış, tekrar atılarak: — “Allahını seversen, sen ne olacaksın ki, hepimize şimdiden böyle birtakım onurlar veriyorsun?” demiş. Mustafa Kemal Bey, Nuri Bey'in bu sorduğu soruya gülerek: —“Bu memuriyetleri, bu onurları veren ne olursa işte ben o olacağım.” diye karşılık vermiş (Arslan, 1966)

Görülmektedir ki bir insanın, imkansız denilen işleri başarabilmesi ne Tanrısal bir yeteneğe, ne de talihinin yaver gitmesi gibi sebeplere bağlanabilir. Yaşamını nasıl yaşayacağına ilişkin bir stratejik plana sahip olan insanın lügatinde imkansız kelimesi bulunmaz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder